2019 Dijital Pazarlama Trendleri
2018’in sonuna doğru gelirken akıllarda ve Google aramalarında bir sorunun aktif hale geldiğini görüyoruz: 2019 dijital pazarlama trendleri ne olacak, 2019’da hangi pazarlama faaliyetleri önem kazanacak ve karşımıza neler çıkacak?
Yaklaşık 5-6 yıldır “Content is the king”, “Bu yıl mobilin yılı!”, “Bu yıl videonun yılı!” gibi cümlelere maruz kalıyoruz. Ancak dijital pazarlama trendlerini bu kadar kısıtlı ve tekrarlayan bir şekilde sunuyor olmak bana artık anlamsız gelmeye başlıyor. Bunun nedeni sanıyorum yurt dışında öngörülen gelişmeleri güzel takip etmememiz ve sağlam datalara ulaşabildiğimiz en büyük alanların içerik ve video pazarlamasına dair olması. Bu yüzden sizden şimdiden özür diliyorum. Bu yazıda “2019 mobilin yılı olacak!” gibi bir cümle görmeyeceksiniz.
İlginizi çekeceğine emin olduğum, beni de heyecanlandıran pazarlama trendlerinden bahsedip 2019’da gerçekten kendinizi iyi ve mutlu hissetmenizi sağlamak istiyorum. Yeniliklerden uzak kalmadan, kalıplara tutunmadan ve denemekten yılmadan geçireceğiniz bir yıl olsun şimdiden.
O halde hazırsanız başlıyoruz. Bu trendlere iyi bakın, notlarınızı alın. Kazanan siz olacaksınız.
Trend 1: Uzun videolara geri dönülecek
Bu benim en çok sevindiğim trendlerden bir tanesi oldu. Özellikle Buzzfeed gibi büyük yayıncıların hayatımıza soktuğu hızlı, aşırı hızlı, çok hızlı videolar yerini hikayenin öne çıktığı sade ve yavaş videolara bırakıyorken “30 saniyeden uzun olmasın, kimse izlemiyor” noktasından “Minimum 10 dakika olsun”a doğru yelken açıyoruz.
Bunun temel nedenleri, kullanıcıların artık hızlı videolar izlerken yorulması, hızı takip ederken pek çok püf noktasını kaçırması ve her geçen yıl hikaye anlatıcılığının daha da önemli bir hal alması.
Artık bir yemek tarifi izlerken dahi nasıl yapıldığını o işi bilenden dinleyeceğiz. Bu gelişmeyi aslında TV’nin tamamen dijitale taşınması gibi de düşünebiliriz. Mythbusters izlerken hissettiğimiz mutluluğu bu kez YouTube’da video izlerken hissedeceğiz.
5 Minutes Craft gibi yüksek takipçili yayıncılar ise son dönemlerde video sürelerini minimum 15 dakikaya sabitlemiş durumda. Sürekli olarak kürasyon ve birleştirme videoları sunarak ilgiyi üzerlerinde tutmaya çalışıyorlar.
Bu trendle birlikte değişecek olan şey sadece videoların uzunlukları değil aynı zamanda videolara dair takip edilen metrikler ve KPI’lar. Çünkü artık videonun total izlenme süresi 3 saniyelik video izlenmeleri metriğinden daha önemli olacak. Videoların %95’inin izlenmesi ise bir başka takip edilebilir metrik olarak öne çıkacak.
Yani deli gibi hıza alışık olduğumuz kantite döneminden kalite dönemine geçiyoruz. Hayırlı olsun.
Trend 2: Etkileşim oranı hesaplamak is the new black
Bir üstte yer alan trende tamamen bağlı olan bir trend bu. Bilirsiniz ki dijital pazarlama dünyası Musa’nın denizi ikiye yardığı gibi ikiye bölünür: Kaliteciler ve kantiteciler. Kantiteciler markalara her zaman için “Yıl sonunda 3 milyon takipçimiz olacak” fikrini satmaya çalışırken kaliteciler “Yıl sonunda 1 milyon takipçimizden kayıp yaşayabiliriz, ancak etkileşimimizi artırarak ilerleyeceğiz” fikrini satar. Bunun temel nedenleri tabii ki tartışılabilir ve hatta bunu böyle yazdığım için şu anda ben de topun ucunda olabilirim, ancak bu temel bir sorundan çıkar:Markaların kendilerini rakipleri ile karşılaştırırken sahip oldukları sayılara takılması, ajansların ve üçüncü parti şirketlerin da bu takıntıyı kırmak yerine destekleyerek doğruluktan uzak önermelerde bulunabilmesi. Buna dair çok basit bir örnek dahi verebilirim: 2018 yılında Facebook iki kez algoritma değiştirdi ve “Arkadaşlarınızla birlikte içki masası kurup birbirinizi dürttüğünüz zamanları size hatırlatacağız.” dedi. Tabii ki tam olarak böyle demedi ancak temel amacının ana sayfamızı yayıncılardan uzaklaştırmak, arkadaşlarımızı öne çıkarmak olacağını söyledi. Bu dönemde kendi KPI’larını takipçi gibi hızla değişebilen metriklere adayanlar ise en büyük zararı gördü. Çünkü reklam bütçeleri yoksa ve kullanıcı onlarla daha önce etkileşime girmediyse arka planda kalacaklardı. Kaldılar da…
Burada akıllılığı yapanlar ise erişim ve etkileşim oranı hesabını doğru yaparak dış sebeplerden dolayı alabileceği darbeyi en düşüğe indirenler oldu. 3 milyon kişiye erişmek yerine 1 milyon kişiye erişse de içeriklerini etkileşimle süsleyebilenlerin erişimleri düşse de etkileşimleri çok az etkilendi.
Bu trendin yeniden döneceğini bu sebeple söyleyebiliyoruz. Çünkü platformlar kantitatif değişiklikleri habersiz ve hızlı bir şekilde gerçekleştirebiliyorken sizin doğru planladığınız ve iyi kurguladığınız içerikler kullanıcılara eriştiği sürece etkileşim getirecektir. Erişim düşse de eğer etkileşimi sabit tutabilirseniz etkileşim oranınızı artırabilirsiniz bile.
Trend 3: Strateji büyüktür her şey
Bundan 2 yıl öncesine kadar iş ilanlarında şu kelimeyi çok az görürdük: strateji. Evet, daha önceden stratejiye bu kadar önem vermiyorduk çünkü bildiklerimizi her markaya uygulayabileceğimizi düşünme gibi gafletlere daha sık düşüyorduk. Ancak çeşitlenen markalar, yeni yaratılan sektörler, kendini geliştiren alanlar derken bir anda papazın her zaman pilav yemediğini gördük. Her markanın, her ürünün kendine ait bir stratejisi olması gerektiğine karar verdik. Çünkü en başından beri doğrusu buydu. Bu nedenle 2018 yılında artık sıklıkla duymaya başladığımız strateji kavramını 2019 yılında en temelde göreceğiz.
Yapılan her iletişimin bir çatı stratejide birleşmesi gerektiği gerçeği ile de birlikte daha fazla stratejiste ihtiyacımız olacak.
Markaların şu noktadan sonra öncelikle kendilerine bir pazarlama stratejisi belirlemesi gerekecek. Sonrasında bu pazarlama stratejisinin içine içerik, iletişim, sosyal medya gibi daha küçük stratejilerin de eklenerek bir bütün hale getirildiğini göreceğiz.
Ekipler değişse de, yapı baştan kurgulansa da iyi kurgulanmış bir stratejinin bir markayı ne kadar ileriye götürebildiğinin de farkına varacağız. Çünkü artık daha büyük bir rekabet ve savaşın içindeyiz. Büyük markaların dev reklam bütçelerine rağmen reklam bütçesi hiç olmadan ‘lovemark’ olmayı başarabilmiş markalara bakarsak arkalarında iyi kurgulanmış bir strateji olduğunu görmemek mümkün değil.
Trend 4: Sesli arama daha da hayatımıza girecek
Yavaş yavaş akıllı cihazlara “Merhaba Siri, saat kaç?” diye sormaya alışıyorken, kablosuz kulaklıklarımız yanımızdan ayrılmıyorken ve siteler sesli arama entegrasyonları yaparken sesli aramaların da artacağını görmemek yanlış olur.
Google’ın 2015 yılında tohumlarını attığı ve sorularımızı biraz anladığı noktadan şu anda “Amerikan’ın başkanı kimdir?” sorusunu doğrudan sorabildiğimiz noktaya geldik bile. Ancak bu İngilizce için çok daha geçerli olan bir durum. Lokal dillerde iş tam olarak böyle işlemiyor, sesli arama yapabilmek için dillerin arama motorları ve eklentileri tarafından daha çok anlaşılabildiği bir hale gelmesi gerekiyor. Hala Türkçe sorularımızı sorarken büyük bir South Park sessizliği yaşayabildiğimiz ya da hatalarla karşılaşabildiğimiz dünyada sesli arama trendinin ülkemizde drastik bir şekilde artacağını düşünmek yerine kademeli olarak artacağını söylemeliyiz.
2020’de yapılan aramaların %50’sinin sesli arama olacağı söylense de, İngiltere ve Amerika dışında lokalliğe çok daha fazla dikkat edilmesi ve bunun teşvik edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Patlıcan musakkanın kalorisini ararken başka sonuçlara ulaşmamıza neden olan en büyük bariyerlerden bir tanesi olan işin “algılama” kısmının çok doğru çalışması gerekiyor.
Yine de 2019 yılında Türkiye’de de yer alan büyük şirketlerden başlamak üzere, tıpkı chatbot konusunda olduğu gibi, bir yayılım başlayacak ve büyük-orta ölçekli kurum sitelerinde sesli arama butonunu göreceğiz.
Erken adapte olan kazanır mı? – Neden olmasın ki?
Trend 5: Sağımız solumuz AI (Yapay Zeka) olacak
Bunun geldiğini görüyorduk, görmeye de devam edeceğiz. Yapay zekanın devrede olduğu, insan iş gücünün azaltılarak daha kalite odaklı işlere döndürüleceği bir dönemin tam olarak başındayız. Örneğin bir pazaryeri sitesinde yer alan ilanlarda bulunan eksiklikler için artık direkt olarak yapay zeka ile ilerleyeceğiz, ancak müşteri memnuniyetini yine insanlara bırakacağız.
En büyük tartışma konularından bir tanesi olan “Robotlar ve yapay zeka bizlerin yerini mi alacak?” sorusuna bir minik cevap vermiş olayım böylece. Otomasyon gereken işler elimizden giderken var olan enerjimizi daha doğru ve düzgün yönlendirebileceğimiz bir döneme girmenin tadını çıkaracağız.
Sosyal medya içeriklerini yapay zeka yaratabiliyorken ve hatta icerikbulutu.com’un da sahip olduğu alt yapı ile SEO odaklı içerikleri dahi yapay zeka yazabiliyorken ekspertiz bir adım öteye taşınmış olacak. Deneyimi iletmek, aktarmak ve öne çıkarmak insanlara kalacak.
Trend 6: Özelleştirmenin ucu bucağı olmayacak
Bizim takip sayfamıza göre özelleştirilmiş haberler okumak artık çok sıradan kalıyor. Yaşadığımız deneyimlere göre özelleştirilmiş içerikleri görmeye hız kesmeden devam edeceğiz. Bunun en güzel örneklerinden bir tanesi olarak Flo uygulamasını söyleyebilirim. Adet döngüsü takipçisi olarak yayınlanan Flo uygulamasında günlük olarak ruh halinizi girdikten sonra o güne özel içerikleri görüyorsunuz. Eğer mutsuz hissediyorsanız buna nelerin sebep olabileceğini okumak ve rahatlayabilmek harika bir deneyim. Çünkü o sırada “Güneş cilde iyi geliyor” başlıklı bir içerik görmek sizi ilgilendirmeyecektir.
Deneyimlerimize bağlı olarak konumlandırılan içerikler, reklamlar ve satın alma geliştirmeleri hayatımızın odağında olacak. Buna şöyle de diyebiliriz: Web siteleri ve uygulamalar kullanıcılarını çok daha iyi tanıyabilecek, çok daha iyi bir segmentasyon yapabilecek ve sadakat oranlarını artıracaklar. Özelleştirme entegrasyonunu doğru yapanlar hemen çıkma ya da uygulama silme oranındaki düşüşü gözleriyle görebilirken, bu entegrasyona henüz hazır olmayanlar büyük bir içerik hummasında kullanıcılarına doğru deneyimi yaşatamayıp kayıplar yaşayacaklar.
Trend 7: Yerelleştirme is the king
Evet, bu konuda artık çok net olabiliriz. İçeriğin yerelleştirilmesinin yapılmasının ne kadar değerli olduğunu kavramış olmalıyız. Yurt dışında üretilen, programlanan, hazırlanan tüm ürünlerin farklı ülkelerde varlığını sürdürebilmesi, daha fazla kişiye ulaşması ve pazarlama faaliyetlerini daha iyi bir şekilde yapabilmesi adına yerelleştirilmesi gerekecek.
Büyük oyun firmalarının oyunlarını Türkiye’ye özel olarak bazen Türkçe dublaj, bazen Türkçe alt yazı ve genel olarak Türkçe ara yüz ile sunmalarının temel nedeni dil bariyerine takılmadan tüm kullanıcılara ulaşabilmek. Ancak bildiğiniz gibi yerelleştirme eşit değildir çeviri. Bir ürünü, iletişimi ya da süreci yerelleştirirken yerel olmanız gerekiyor. Örneğin alt yazıları bir Türkçe konuşma akışında çevirmek, doğru kelimeleri seçmek büyük bir öncelik.
Trend 8: İletişim daha da şeffaf hale gelecek
Markaların günlük konuşma diline yaklaştığını, kullanıcısı ile aynı seviyede olmaya çalıştığını ve kendilerini yeniden konumlandırdığını 2016’nın başlarından beri görüyoruz. Ancak bir sonraki aşama şeffaflığın daha da öne çıkması olacak.
Şeffaflığın en önemli kollarından bir tanesi şeffaflık raporları yayınlamak, diğerleri ise hataları örtbas etmek yerine ortaya çıkarmak, kabul etmek ve bir insan gibi davranmak olacak. Yani markalar, takipçilerinden özür dilerken yaşanan aksakları daha iyi bir şekilde izah edecek, bir insan gibi konuşmaya yeni bir boyut ekleyecek.
Böylece kullanıcılarına karşı şeffaf olabilen, sorunları daha hızlı çözebilen ancak tüm süreçleri kullanıcılarına açık bir şekilde yapabilen tüm markalar ‘lovemark’ olma konusunda da bir adım öteye geçecek.
Toparlarsak;
– Sayılar değil kalite yeniden değer kazanacak
– Özelleştirilmiş deneyim sunmayan tüm markalar geri planda kalacak
– Arama modelleri ve yapay zeka yeni bir boyut kazanacak
– Kalbi gibi tertemiz şeffaflık raporları sunabilen markalar gönlümüzü fethedecek.
Sizin yorumlarınızı da merak ediyorum, ayrı düştüğümüz noktalar varsa lütfen iletin.